11082,63%-1,23
41,61% 0,11
48,85% 0,12
5138,53% -0,52
8519,01% 0,24
Siyaset Bilimci ve Akademisyen Bilge Azgın, Yorum Kıbrıs’a özel değerlendirmesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) İsrail’den aldığı Barak MX hava savunma sistemine dikkat çekti. Azgın, “Hristodulidis yönetimi kontrolsüz bir silahlanma süreci başlattı. Rum tarafı açıkça söyleyemediğini İsrailli stratejistler dile getiriyor: ‘Bir gün topraklarımızı sizden geri alacağız’” dedi.
“Hristodulidis hükümeti İsrail’e bağımlı hale geldi”
Azgın, Rum Savunma Bakanı Vasilis Palmas’ın “Türk işgali sürdükçe tedbir alacağız” sözlerinin perdeyi gizlediğini belirtti. “Palmas siyasi konumu gereği doğrudan konuşamıyor. Ancak Hristodulidis’in hükümeti İsrail’e bağımlı hale geldi; yönlendirmeler artık Tel Aviv’den geliyor” dedi.
Kontrolsüz silahlanma uyarısı
Barak MX sisteminin S-300’lerin çok ötesinde bir teknolojiye sahip olduğunu vurgulayan Azgın, 460 kilometre menzilli radarların Türkiye’nin güneyini gözetleme kapasitesine dikkat çekti. “Hristodulidis yönetimi güvenlik ihtiyacını bahane ederek kontrolsüz bir silahlanmaya girişti. Bu sadece KKTC için değil, Türkiye açısından da doğrudan tehdit oluşturuyor” dedi.
“Rum tarafı söyleyemiyor, İsrailliler dile getiriyor”
Azgın, gençliğinde bir Rum gencinin kendisine söylediği “Bir gün topraklarımızı sizden geri alacağız” sözünü hatırlatarak, bu zihniyetin kuşaktan kuşağa aktarılan bir milliyetçi travma olduğunu kaydetti. “Artık bu söylemi Rum yönetimi değil, İsrailli stratejistler dile getiriyor. Bu durum Ada’daki barışı ve istikrarı tehdit eden en büyük unsurdur” ifadelerini kullandı.
Azgın'ın yazısı:
İsrail’in Demir Kubbesi Güney Kıbrıs’ta: “Bir Gün Topraklarımızı Sizden Geri Alacağız!”
18 yaşındayım Amerika’da okuduğum üniversitede felsefe dersi alıyorum. Derse 10 dakika ara verdik. Okulun bahçesinde sohbet ediyoruz. Bizim felsefe hocası bana “Bilge Kıbrıs’ta neler oluyor bu S300 gerginliği nedir?” Diye sordu. Ben de aklımın alabildiğince konuyu anlatmaya başladım. Kıbrıs’ta Rum tarafının S-300 almasının Türkiye tarafından neden bir tehdit olarak algılandığını anlatmaya çalışırken, yan tarafta benim yaşlarda birisi belirdi ve bana “affedersiniz siz hangi ülkedesiniz?” Diye sordu. Ben de “Kıbrıs’tanım” dedim. “Sen nerdensin peki?” Diye sorunca yere doğru bakıp bana mutlu ve mağrur bir şekilde “ben gerçek Kıbrıs’tanım” dedi.
Ardından bu genç delikanlı yoğun bir nefret ve ezilmişlik duygu ile bir şeyler söylemeye başladı. Hayatımda ilk kez bu denli hınç dolu bir insan görüyordum. Bu Rum genci aynı zamanda da dünyanın en büyük haksızlığına uğramış gibi ağlamaklı bir duygu boşalımı yaşıyordu. Bu delikanlı bildiğiniz zangır zangır titriyor ve içinde resmen başka insanların hayaletleri dolaşıyordu. Sanki kendi rasyonel bilincini yitirmiş ve farklı bir boyuta bağlanmış gibi hareket ediyordu. Doğrusu çok şaşırmıştım çünkü hayatımda ilk kez böylesine tuhaf bir ruh hali görüyordum.
Bu çocuğa birden bire neden böyle olduğunu tam olarak 35-40 yaşlarına geldiğimde anlayabilecektim.
Generasyonlar arası travmalarını iyileştirmek için Aile dizilimi yapan insanlar, alan açıldığında insanların nasıl farklı bir boyuttan hareket ettirildiklerini deneyimlemişlerdir. Bu genç arkadaş da farklı bir boyuttan hareket ettiriliyordu. Sanki da ben bu gencin beş dakika önce hanesine tecavüz etmişim ve ailesini öldürmüşüm gibi cinnet geçiriyordu. Beni tanıyanlar olayları en objektif şekilde anlatma çabamımı bilirler. Dolayısı ile yazdıklarımda en ufak bir abartı bile yoktur!
Şimdi düşündüğümde benim Türkiye’nin S300’ler ile ilgili duruşunu anlatışım ve Türkiye’nin neden kendi açısından haklılık payı olduğunu ifade edişim bu arkadaşın içine yüklenmiş tsunamiyi tetiklemişti!
Örneğin bu arkadaş bana “S300 almak bizim güvenliğimiz açısından önemli” deyebilirdi, “Türkiye neden bize karışıyor” da deyebilirdi. Ama herhangi bir mantıklı argüman sunacak durumda değildi.
Konu ansızdan Solomos Solomou’dan açıldı. “Niye Türk bayrağına saldırıp endirmeye çalışıyorsunuz başka bir protesto şekli yapamaz mısınız” Diye sordum.
Bana “biz Türkiye bayrağını indirmeye çalışmadık, olmayan bir devletin sahte bayrağı indirmeye çalıştık” dedi.
Ansızdan konuşmayı kesti ve müthiş bir intikam hırsı ve eziklikle “bir gün topraklarımızı sizden geri alacağız” diyerek kaçtı.
Bu olaya tanıklık eden felsefe hocam şok geçirmişti. “Aman Allahım Bilge bu adamın elinde silah olsa seni öldürebilirdi” dedi. Sonra durdu durdu “İşe bak! Sen benim Antik Yunan Felsefesi dersini alıyorsun ve bu Kıbrıslı Rum’un yaptıklarına bak!” Diyerek hayıflandı.
Bu gencin tüm benliğinde bu kadar yoğun bir öfke ve eziklik taşıması beni de çok şaşırtmıştı. Sonuçta ben federasyonu destekleyen bir ailede büyümüş ve Kıbrıs’ta geçmişte çok acılar yaşanmış olsa bile ileriye umutla bakmaya çalışan bir bakış açısına sahiptim.
Şimdi geriye dönüp baktığımda aslında ben o gün Yunan milliyetçiliğinin en yoğun duygu hali ile tanışmışım.
O zamanlar bu arkadaşı beyni yıkanmış genç bir faşist olarak niteledim ve hayatıma devam ettim. Master yaparken benim en iyi arkadaşım bir Yunan’lıydı. Bir birimize “gardaşi” diye hitap ederdik! Halen öyle.
1998 yılında gördüğüm katıksız nefret ve düşmanlığı bir de 15 yıl sonra Sn Talat ile Limasol’da toplantıya gittiğimizde maruz kaldığımız ELAM saldırısında tanıklık ettim. ELAM saldırısı, 1998 yılında o genç arkadaşta gördüğüm ruh halinin kör bir şiddete ve saf bir kötülüğe dönüşmüş haliydi.
Elbetteki Rumlar’ın hepsi veya Yunan’lıların hepsi böyle değil. Ne de olsa bir sürü arkadaşımız var. Ancak bu anlattıklarımı da basit bir fanatiklik veya yükselen sağ populist ırkçılık olarak görmek yeterli olmaz çünkü yukarıda bahsettiğim tüm bu ruh halleri iki yüzyıldır süre gelen Yunan milliyetçiliğinin DNA’sında bulunuyor. Bu DNA ise “özgürlük için kan dökme” ideali ve işgalci olarak tanımlanan Osmanlı-Türk düşmanlığı üzerine kurulu.
Yunan milliyetçiliğinin doğuşu ve yayılışı, Osmanlı işgali olarak tanımlanan topraklarda yaşayan tüm Helenler’in özgürlükleri için kendilerini feda etmeleri ve bu uğurda kan dökmekleri gerekliliği üzerine kurulu. Bu ruh dünyasında şiddete ve savaşçılığa dair çok yoğun bir övgü var. Bir keresinde en yakın dostlarımdan biri olan Dimitris bana “bizim kitaplarımızda okutulduğu gibi Osmanlı dönemi o kadar da kötü ve zulm dolu değildi” demişti. Evet doğru söylüyor! Ancak Yunan milliyetçiliği dünyasında Osmanlı boyunduruğu altında yüzyıllar boyu yaşamak müthiş bir eziklik ve o ezikliğin verdiği hınç duygusu yaratıyor. Bu ruh dünyasında sizin Türk doğmanız ve olmanız onlar açısından bir günah ve suç.
Bu Rum milliyetçisi genç bana ağlamaklı bir öfke nöbeti içerisinde “bir gün topraklarımızı sizden geri alacağız” lafını hangi mantıkla söyleyebiliyor? Kıbrıslı Türklerin bu adada bir karış toprağı olmadığını ve hiç bir varolma hakkı olmadığını varsayıyor olmalı! Ve bunu inanılmaz bir haklılık ve mağdurluk duygusu üzerinden dile getiriyor.
Benim ilgimi çeken şey içinde yaşadığım Kıbrıs Türk toplumunun aşırı milliyetçi kesiminde dahi böylesine bir hınç ve eziklik dolu ruh haline rastlamamış olmamdır. Daha önce hiç rastlamadığım bu tuhaf ruh haline Kıbrıslı Rumlarının Yunan milliyetçisi kesiminde rastladığımda bir anlam verememiştim. Eğer bana “bizim Kıbrıs’taki Türk milliyetçileri de öyle” derseniz, halen daha Kıbrıs Rum toplumundaki Yunan milliyetçilerini tanımamışsınız derim. Ben de şans eseri tanıdım. Ara bölgeye gelen ve sohbet ettiğimiz Rumlar elbette böyle değil. Bu Yunan milliyetçilerini ilk Amerika’da, 15 yıl sonra da Limasol’daki ELAM baskınında tanıdım.
Bizim Türk milliyetçileri Federasyoncu kesime “Rumcu” diyerek ötekileştirdikleri doğrudur. Bu elbette Türk milliyetçilerinin kendi insanlarına yaptıkları en büyük yanlış ve günahtır! Ancak Yunan milliyetçisi olan Rumlar emin olun ki sizi sadece ötekileştirmekle kalmayacaklar. Çünkü onlara göre zaten sizin bu topraklarda var olmamanız gerekiyor!
Daha önemlisi Türk milliyetçilerinin sizin üzerinizde oturduğunuz topraklarda gözü yok! Bunu özellikle “her iki milliyetçilik de aynı, al birini vur ötekine” diyenlere söylüyorum. Türk ve Yunan milliyetçiliği kavgasında taraf olmak istemeyen insanlara saygım sonsuz. Bazı insanlar bu dünyaya barış mesajını vermek için gelmiş ve bu saygın idealler doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak ve ancak bu yaşadığımız üç boyutlu milliyetçilik dünyasında taraf olmak istemeyip başka boyutta yaşamayı seçen arkadaşlarımız, bu sürmekte olan kavgada Türk tarafı kaybederse başlarına ne geleceğinin farkında olsunlar benim için şahsen yeterlidir.
Kıbrıs’ta garantörlük olmadan da Federasyon olabileceğini savunan bir arkadaşım bana bir keresinde ELAM gibi örgütlere karşı koymak için şiddet değil “terapiyi” önermişti. Terapiye belli bir farkındalık seviyesine ulaşan, belli sorunları olduğunu kabul aşamasına gelmiş ve bu sorunlarını çözmek için belli bir kararlılık iradesi gösteren insanlar gider. ELAM gibi örgütlere üye olan insanların çok az bir kısmı tekrardan insana dönüşebilirler. Çoğu fanatik milliyetçi ideolojinin bir zombisi olarak bu hayata veda eder.
Türk ordusu KKTC’de olduğu için gün aşırı bu zombilerin saldırılarına maruz kalmıyoruz. Bu yüzden bizim arkadaş çare olarak “terapiyi” önererek işin içinden kolayca sıyrılabiliyor. Çatışan milliyetçilikler dünyasının Squid Game dizisinde sergilenen ölümcül ve terör dolu doğası ile yüzleşmek zorunda kalmıyor. Ne de olsa, Türk ordusunun varlığı sayesinde taraf olmama ve elini kana bulamadan barışı hayal etme gibi bir lüksümüz var.
Türk milliyetçiliği öfke, intikam ve hınç gibi duygulardan arınmış mıdır peki? Elbette hayır. Onu bir sonraki yazıda yazarız. Umarım bu yazıda Kıbrıs Rum toplumunun dokusuna işlenmiş Yunan milliyetçiliğinin basit bir milliyetçilik ideolojisi olmanın ötesinde güçlü bir biçimde nesilden nesile aktarılan çok ağır travmalar zinciri de olduğunu ve bu hafızanın Kıbrıs Türk toplumundaki milliyetçi hafızadan çok daha nefret ve rövanşizm dolu olduğunu açıklığa kavuşturabilmişimdir.
Şimdi neden durup dururken 1998 yılında ruh hastasına dönüştürülen Rum genciyle yaşadığım olayı anlattım?
2025 yılında, yani bu olayın üzerinden 27 sene sonra, Rum tarafı İsrail’den “Barak MX” hava savunma sistemini teslim aldı. Böylece, S300’lerin çok çok üzerinde olan bir teknolojiye sahip oldular.
Rum Savunma Bakanı Vasilis Palmas bu konu hakkında sorulan sorular üzerine “Türk işgali ve Türk askerinin mevcudiyeti sürdükçe Güney Kıbrıs’ın kendi tedbirlerini almasında fayda bulunduğunu” ifade etti.
Doğru ya!
Palmas sonuçta siyasi bir figür olduğu için açık açık “bir gün topraklarımızı sizden geri alacağız” diyemiyor. Kuzey Kıbrıs’ı nasıl geri alınacağını artık Rum tarafı değil İsrail derin devletinin mensupları ifade etmeye başladı!